Bir çocuk dünyaya gözlerini açtığında, kendi tercihleriyle değil; hazır bulduğu bir hayatla karşılaşır. Kimi varlıklı bir evde, kimi yokluğun gölgesinde; kimi sağlıklı, kimi özel gereksinimlerle doğar. Bu farklılıklar, çoğu zaman biz yetişkinlerin zihninde aynı soruyu uyandırır: Bu durum şans mıdır, kader midir?
İnsanlık tarihi boyunca kader kavramı en çok masumlar üzerinden sorgulanmıştır. Çünkü çocukların ne seçim yapacak ne de yaşadığı şartları değiştirecek güçleri vardır. Onların dünyaya gelişinde gördüğümüz eşitsizlik, çoğu kişiye “Tanrı adil midir?” ya da “Şansa mı kaldık?” sorularını düşündürür.
İslam inancında kader, Allah’ın her şeyi bilmesi ve her şeyin bir ölçüye göre takdir edilmesidir. Ancak bu bilgi, insanın iradesini ortadan kaldırmaz. İnsan, kendi tercihlerinden sorumludur. Fakat çocukların doğdukları şartlar onların tercihi değildir; işte tam da burada kader kavramı devreye girer.
Ebeveynler için imtihan; sağlıklı bir çocuğa sabırla rehberlik etmektir. Kimisi için imtihan, engelli bir çocuğu sevgiyle büyütmektir. Çocuk için ise imtihan, ileride karşılaşacağı hayat şartlarına vereceği tepkilerdir. Bu farklılıklar, aslında Allah’ın kullarını çeşit çeşit yollarla sınamasının bir yansımasıdır.
Peki, “şans” kavramı bu denklemin neresindedir? Şans çoğunlukla rastgelelik, tesadüf ve kontrolsüzlük anlamına gelir. Oysa İslam inancı tesadüfe yer bırakmaz. Her şey bir düzen ve hikmet üzere yaratılmıştır. Dolayısıyla çocukların dünyaya gelişindeki farklılıkları “şans” değil, “kader” olarak görmek gerekir.
Bir çocuk düşünün; daha 8 yaşında yatılı bir yurda veriliyor. Orada, askeri usullere benzeyen mutlak itaat gerektiren kurallarla sabah ezanıyla uyandırılıyor. Daha kendini bile bilmeyen bir çocuğa dini vecibeler yaptırılıyor. Anne baba şefkatinden yoksun bırakılarak, çocukluğunun en tatlı zamanları ona tattırılmıyor.
Bir başka çocuk düşünün; yurtta yaşananların benzerini kendi evinde yaşıyor. Temel eğitimi için gönderildiği okuldan erken alınıyor. “Dışarıdan okuyacak” denilerek sistemden uzaklaştırılıyor ve boşalan sürelerde merdiven altı diye tabir edilen medreselere yönlendiriliyor. Daha 8 yaşından itibaren dini eğitimler veriliyor.
Bir çocuk daha düşünün; sabah saat 8’de uyanıyor, ailesiyle güzel bir kahvaltı yapıyor. Okuluna ailesi tarafından bırakılıyor, okuldan alınıyor. Öğle yemeğini yiyor, bahçede bisiklet sürüyor, arkadaşlarıyla oyun oynuyor. Biraz kitap okuduktan sonra yüzme kursuna gidiyor. Akşam yemeğinin ardından ailesiyle sinema keyfi yapıyor, etkinliklere katılıyor, masal dinleyerek uykuya dalıyor.
Her bir hanede farklı yaşamlar, kurallar, dini ritüeller, zenginlikler ve yoksulluklar vardır. Sıraladığım tüm bu olgular, evde yaşayan bireyleri, bilhassa çocukları derinden etkiler. Çocuğun gelecekte nasıl yetişeceğini, eğitimde ne kadar ilerleyebileceğini, hangi mesleği yapacağını, nerede ve nasıl yaşayacağını belirleyen unsurlar arasında yer alır.
Sonuçta çocukların hayatlarındaki eşitsiz gibi görünen başlangıçlar, İslam inancına göre Allah katında ne bir eksiklik ne de bir üstünlüktür. Çünkü Allah, hiç kimseye taşıyamayacağı yükü yüklemez. Bizim görevimiz; bu farklılıklar karşısında merhametli olmak, adaletli davranmak ve sorumluluk bilinciyle hareket etmektir.
Dolayısıyla çocukların iyi ya da kötü kaderi, büyük ölçüde sahip oldukları anne babayla doğru orantılıdır. Çocuklara karşı adaletsizlikleri yukarıda aramak yerine, önce kendimizde aramalıyız. Bir anne ve baba olarak çocuklarımıza hangi konularda iyi şeyler yaptığımızı ya da hangi noktalarda hatalı olduğumuzu sorgulamamız gerekir. Kader inancını doğru tanımladığımızda, hayatı çocuklar için bir “şansa” dönüştürmemiz mümkündür.
Sonuç
Kader, yalnızca başımıza gelenleri kabullenmek değil; aynı zamanda elimizden geleni en doğru şekilde yapmaktır. Çocukların hangi koşullarda dünyaya geldiğini biz belirleyemeyiz, fakat onlara nasıl bir hayat sunacağımız tamamen bizim irademize bağlıdır. Onların şefkat, eğitim, sevgi ve adaletle büyümeleri, bizim ellerimizdedir.
Unutmamak gerekir ki, çocuklar bizim imtihanımızdır; biz de onların kaderinde önemli bir paya sahibiz. Onlara daha adil, daha merhametli ve daha bilinçli bir dünya bırakmak, belki de hem kaderimizi hem de onların kaderini güzelleştirmenin en doğru yoludur.
Bir yanıt yazın